21 Nisan 2020 Salı

Hayatımın iki rengi (Bölüm 1)


Yaya geçidinden geçiyordum. Tam geçidin ortasında öylece kalakaldım. Dünya dönmeye başladı. Alışılmış bir durumdu aslında, bir süre olduğum yerde kaldığımda geçiyordu. Ama son defa baktığımda on saniye kalan “Yayalar için geçiş” süresi buna yetmeye bilirdi, hatta kesin olarak yetmeyecekti. İki seçim arasında kalmıştım. Kendimi yürümeğe zorlayabilirdim, ama baş dönmem artacak ve bayılacaktım. Sonra da arabalar beni ezip geçecekti. Ya da olduğum yerde kalacak ve baş dönmemin geçmesini bekleyecektim. Bu süre zarfında yayalar için kırmızı ışık yanacak ve arabalar beni yine ezip geçecekti. Ölüm şeklime karar vermem gerekiyordu adeta. Ben ölümle ölüm arasında seçim yapmaya çalışırken arkamdan bana doğru koşan birinin ayak seslerini duydum. Bir şeylerin ters gittiğini anlamamış olsa iki şey olabilirdi. Eğer amacı kırmızı ışık yanmadan yolu geçmekse artık seçim yapmama gerek kalmayacak, stresten bayılacaktım, çünki bana doğru yaklaşan biri, ya da bir şey olduğunda rahatsız oluyorum. Üzerine şu anki durumum da eklenince bayılmam an meselesi olurdu. Diğer seçenekse adamın durumu farkederek yanıma yaklaşınca yavaşlaması ve bana bir şey olup-olmadığını sormasıydı. Sonuç beni kurtarmayacaktı yine de. Adam soru sorsa da cevaplayamayacaktım, eğer saygısız olduğumu düşünüp kaçıp gitmez de beni sorgulamaya devam ederse, öbür dünyaya birlikte gidecektik. Bir saniye içinde aklımdan geçen bu kocaman senaryo olacakları daha da merak etmemi sağlıyor, dolayısıyla heyecanım daha da artıyordu. Bir yandan da bana yaklaşan adamın ayak sesleri ve azalan saniyeler beni gerilim filminin tam ortasına atmış gibiydi.
Ama adam aklımdan geçmeyen bir şey yaptı. Artık heyecanım en yüksek doza ulaşmışken birden-bire ayaklarımın yerden kesilmesi kendimi tamamen bırakmama sebep oldu, bayıldım... Uyandığımda hayat devam ediyor gibiydi. Arabalar normal şekilde ilerliyor, aradabir gelen siren sesleri daha da ayılmama yardımcı oluyordu. Gözlerimin önündeki sis kaybolmaya başlayınca kaldırımda oturduğumu gördüm. Etrafımda üç-dört kişi vardı, bana bakıyorlardı. Birinin başına bir iş geldiğinde etrafına toplanmaktan başka işi-gücü olmayan adamlara göre sayca daha az, ve daha endişeli görünüyorlardı. Tahminim üzre az önce söz ettiğim “yararlı” kalabalığı geri püskürtmüşlerdi, çünki bir-birini tanıyor gibi davranıyorlardı. Eğer tahminim doğruysa, uyandığımı gördükleri halde bana fazla yaklaşmadıklarına göre beni kurtaran kişi aralarında değildi. Az sonra endişeli bir ses beni düşüncelerimden ayırdı:
-İyi misin?
Kafam hala acıdığı için yüzüne bakamadım. Ama ayakkabıları ve pantolonundan “cool” biri olduğunu anladım. Siyah spor ayakkabılarının üzerinde çok ta dar olmayan, lacivert kot pantolon vardı. Kafamı kaldıracak gücüm olmadığını anlayınca kaldırımda yanıma oturdu, ve yüzünü bana çevirip, gülümseyerek tekrar etti:
-İyi misin?
Cevap olarak gözlerimi kapatıp kafamı “evet” şeklinde yukarı-aşağı salladım. Gördüğüm manzara beş yıldızlı otellerin manzarasından bile daha güzeldi. Düz beyaz renkli gömleğin üzerine siyah, deri ceket giymişti. Spor yaptığı uzaktan bakınca bile anlaşılıyordu. Yüzüne gelince, hafif rüzgarın da etkisiyle adeta dans eden kumral saçları vardı. Gözleri maviydi, yüzü adeta kalemle çizilmiş gibiydi, keskin yüz hatları vardı. Başımla verdiğim cevaptan rahatlamışa benziyordu. Elindeki su şişesinin kapağını açarak bana uzattı, kafamla inkar etsem de, şişeyi bana bir az da yaklaştırarak ısrar ediyordu. Ben de şişeyi yavaşça onun elinden alarak suyu içtim. Gerçekten de iyi ki içtim. İçer-içmez kendime geldim. Suyu geri vererek teşekkür ettim ve ayağa kalkmak için ellerimi kaldırımın taşlarına yasladım. Gitmek istediğimi anlayınca kolumdan tutarak “Bir az daha bekle, sonra gidersin” dedi. Arkadaşları da ona destek vermek için kafalarını salladılar. Aralarından bir kız: “Aklımız sende kalmaz hem” dedi bana bir az da yaklaşarak. İtiraz etmek için ağzımı yeni açmıştım ki adam “Lütfen” dedi, “beş dakika daha”. “Hiç olmazsa kaldırımda oturmayalım” dedim adama bakarak. Cevabımın mantıklı olduğunu düşünerek bana kalkmak için yardım ettiler, az ileride yan-yana iki bank vardı. Belli ki heyecandan onu farketmemişlerdi. O banka gitmeme yardım ettiler, hala uzaktan ve heyecanla bana bakıyorlardı, sadece beni kurtardığını düşündüğüm adam dışında. Banklarda hepimize yetecek kadar yer olmasına karşın hiç biri oturmamıştı. Hakikaten de bazen insanlar heyecanlanınca ne yapacağını bilmiyor. Güneş ışınlarına fazla maruz kalmamak için gözlerimi kısarak kafamı onlara doğru çevirip: “Otursanıza, ayakta kaldınız” dedim misafirlerini oturmaya davet eden ev sahibi edasıyla. İğrenç esprim işe yaramışa benziyordu. Şoktan ayılmış, gülerek banklara oturdular. Beni kurtaran adam ve az önce onun sözünü destekleyen kız oturduğum bankta, her biri bir yanımda oturdular. Diğer iki adam ve bir kız da yandakı banka oturdu. Yine hepsinin gözü üzerimdeydi. Bu kadar ilgiye alışmamıştım doğrusu, o yüzden içinde bulunduğum durumu bir az garipsedim. Neredeyse bir dakika boyunca onları gözlemledikten sonra yanımdakı kız konuşmaya başladı: “Pardon, çok değişik bir karşılaşma oldu, kendimizi takdim edemedik. Ben Almila. Burada gördüğün arkadaşlar içinde en iyi anlaşabileceğin kişi benim. Kim ne derse onaylarım, asla kimseye “Hayır” diyemem... Öbür tarafındakı yakışıklının ismi Bera. Nasıl biri olduğunu az önce öğrendiğini varsayıyorum." Gülümseyerek "Memnun oldum" dedim "Benim adım da Su". Memnuniyyet ifadesiyle bana bakarken birden aklına bir şey geldi, "Bir dakika yaa, sormayı unuttum, az önce ne olmuştu sana öyle? Çok endişelendik. Az kalsın ölüyordun” dedi. Her kes birinin bu soruyu sormasını bekliyormuş gibi bana baktı. Kendimi toparlayarak cevap vermeye çalıştım: “Boş ver ya, hep oluyor, alıştım artık.” Yan bankta oturan kız: “Ne demek alıştım, böyle bir şeye alışılır mı? Ya daha kötü bir şey olsaydı?” derken bunu dememem gerektiğini anladım. Anladığım kadarıyla konu uzayacaktı, bir yolunu bulup kaçmam gerekiyordu. Ben de artık motto’m haline gelen o lafı söyledim: “En fazla ölecektim, abartacak bir şey yok.” Ve sonra ayağa kalkarak yüzümü onlara döndüm ve “Hepinize çok teşekkür ederim. Özellikle de sana, Bera. Hayatımı kurtardınız. Kendinize iyi bakın” diyip arkamı döndüm ve gittim. Hiç biri bir cevap bile veremedi. Ölümü bu kadar kolay kabulleniyor oluşum onları etkilemişe benziyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder