Yaya
geçidinden geçiyordum. Tam geçidin ortasında öylece kalakaldım. Dünya dönmeye
başladı. Alışılmış bir durumdu aslında, bir süre olduğum yerde kaldığımda
geçiyordu. Ama son defa baktığımda on saniye kalan “Yayalar için geçiş” süresi
buna yetmeye bilirdi, hatta kesin olarak yetmeyecekti. İki seçim arasında
kalmıştım. Kendimi yürümeğe zorlayabilirdim, ama baş dönmem artacak ve
bayılacaktım. Sonra da arabalar beni ezip geçecekti. Ya da olduğum yerde
kalacak ve baş dönmemin geçmesini bekleyecektim. Bu süre zarfında yayalar için
kırmızı ışık yanacak ve arabalar beni yine ezip geçecekti. Ölüm şeklime karar
vermem gerekiyordu adeta. Ben ölümle ölüm arasında seçim yapmaya çalışırken
arkamdan bana doğru koşan birinin ayak seslerini duydum. Bir şeylerin ters
gittiğini anlamamış olsa iki şey olabilirdi. Eğer amacı kırmızı ışık yanmadan
yolu geçmekse artık seçim yapmama gerek kalmayacak, stresten bayılacaktım,
çünki bana doğru yaklaşan biri, ya da bir şey olduğunda rahatsız oluyorum.
Üzerine şu anki durumum da eklenince bayılmam an meselesi olurdu. Diğer
seçenekse adamın durumu farkederek yanıma yaklaşınca yavaşlaması ve bana bir
şey olup-olmadığını sormasıydı. Sonuç beni kurtarmayacaktı yine de. Adam soru
sorsa da cevaplayamayacaktım, eğer saygısız olduğumu düşünüp kaçıp gitmez de
beni sorgulamaya devam ederse, öbür dünyaya birlikte gidecektik. Bir saniye
içinde aklımdan geçen bu kocaman senaryo olacakları daha da merak etmemi
sağlıyor, dolayısıyla heyecanım daha da artıyordu. Bir yandan da bana yaklaşan
adamın ayak sesleri ve azalan saniyeler beni gerilim filminin tam ortasına
atmış gibiydi.
Ama
adam aklımdan geçmeyen bir şey yaptı. Artık heyecanım en yüksek doza ulaşmışken
birden-bire ayaklarımın yerden kesilmesi kendimi tamamen bırakmama sebep oldu,
bayıldım... Uyandığımda hayat devam ediyor gibiydi. Arabalar normal şekilde
ilerliyor, aradabir gelen siren sesleri daha da ayılmama yardımcı oluyordu.
Gözlerimin önündeki sis kaybolmaya başlayınca kaldırımda oturduğumu gördüm.
Etrafımda üç-dört kişi vardı, bana bakıyorlardı. Birinin başına bir iş
geldiğinde etrafına toplanmaktan başka işi-gücü olmayan adamlara göre sayca
daha az, ve daha endişeli görünüyorlardı. Tahminim üzre az önce söz ettiğim
“yararlı” kalabalığı geri püskürtmüşlerdi, çünki bir-birini tanıyor gibi
davranıyorlardı. Eğer tahminim doğruysa, uyandığımı gördükleri halde bana fazla
yaklaşmadıklarına göre beni kurtaran kişi aralarında değildi. Az sonra endişeli
bir ses beni düşüncelerimden ayırdı:
-İyi
misin?
Kafam
hala acıdığı için yüzüne bakamadım. Ama ayakkabıları ve pantolonundan “cool”
biri olduğunu anladım. Siyah spor ayakkabılarının üzerinde çok ta dar olmayan,
lacivert kot pantolon vardı. Kafamı kaldıracak gücüm olmadığını anlayınca
kaldırımda yanıma oturdu, ve yüzünü bana çevirip, gülümseyerek tekrar etti:
-İyi
misin?
Cevap
olarak gözlerimi kapatıp kafamı “evet” şeklinde yukarı-aşağı salladım. Gördüğüm
manzara beş yıldızlı otellerin manzarasından bile daha güzeldi. Düz beyaz
renkli gömleğin üzerine siyah, deri ceket giymişti. Spor yaptığı uzaktan bakınca
bile anlaşılıyordu. Yüzüne gelince, hafif rüzgarın da etkisiyle adeta dans eden
kumral saçları vardı. Gözleri maviydi, yüzü adeta kalemle çizilmiş gibiydi,
keskin yüz hatları vardı. Başımla verdiğim cevaptan rahatlamışa benziyordu.
Elindeki su şişesinin kapağını açarak bana uzattı, kafamla inkar etsem de,
şişeyi bana bir az da yaklaştırarak ısrar ediyordu. Ben de şişeyi yavaşça onun
elinden alarak suyu içtim. Gerçekten de iyi ki içtim. İçer-içmez kendime
geldim. Suyu geri vererek teşekkür ettim ve ayağa kalkmak için ellerimi
kaldırımın taşlarına yasladım. Gitmek istediğimi anlayınca kolumdan tutarak
“Bir az daha bekle, sonra gidersin” dedi. Arkadaşları da ona destek vermek için
kafalarını salladılar. Aralarından bir kız: “Aklımız sende kalmaz hem” dedi
bana bir az da yaklaşarak. İtiraz etmek için ağzımı yeni açmıştım ki adam
“Lütfen” dedi, “beş dakika daha”. “Hiç olmazsa kaldırımda oturmayalım” dedim
adama bakarak. Cevabımın mantıklı olduğunu düşünerek bana kalkmak için yardım
ettiler, az ileride yan-yana iki bank vardı. Belli ki heyecandan onu
farketmemişlerdi. O banka gitmeme yardım ettiler, hala uzaktan ve heyecanla
bana bakıyorlardı, sadece beni kurtardığını düşündüğüm adam dışında. Banklarda
hepimize yetecek kadar yer olmasına karşın hiç biri oturmamıştı. Hakikaten de bazen
insanlar heyecanlanınca ne yapacağını bilmiyor. Güneş ışınlarına fazla maruz
kalmamak için gözlerimi kısarak kafamı onlara doğru çevirip: “Otursanıza,
ayakta kaldınız” dedim misafirlerini oturmaya davet eden ev sahibi edasıyla. İğrenç
esprim işe yaramışa benziyordu. Şoktan ayılmış, gülerek banklara oturdular.
Beni kurtaran adam ve az önce onun sözünü destekleyen kız oturduğum bankta, her
biri bir yanımda oturdular. Diğer iki adam ve bir kız da yandakı banka oturdu.
Yine hepsinin gözü üzerimdeydi. Bu kadar ilgiye alışmamıştım doğrusu, o yüzden
içinde bulunduğum durumu bir az garipsedim. Neredeyse bir dakika boyunca onları
gözlemledikten sonra yanımdakı kız konuşmaya başladı: “Pardon, çok değişik bir
karşılaşma oldu, kendimizi takdim edemedik. Ben Almila. Burada gördüğün
arkadaşlar içinde en iyi anlaşabileceğin kişi benim. Kim ne derse onaylarım,
asla kimseye “Hayır” diyemem... Öbür tarafındakı yakışıklının ismi Bera. Nasıl
biri olduğunu az önce öğrendiğini varsayıyorum." Gülümseyerek "Memnun oldum" dedim "Benim adım da Su". Memnuniyyet ifadesiyle bana bakarken birden aklına bir şey geldi, "Bir dakika yaa, sormayı
unuttum, az önce ne olmuştu sana öyle? Çok endişelendik. Az kalsın
ölüyordun” dedi. Her kes birinin bu soruyu sormasını bekliyormuş gibi bana baktı.
Kendimi toparlayarak cevap vermeye çalıştım: “Boş ver ya, hep oluyor, alıştım
artık.” Yan bankta oturan kız: “Ne demek alıştım, böyle bir şeye alışılır mı?
Ya daha kötü bir şey olsaydı?” derken bunu dememem gerektiğini anladım.
Anladığım kadarıyla konu uzayacaktı, bir yolunu bulup kaçmam gerekiyordu. Ben
de artık motto’m haline gelen o lafı söyledim: “En fazla ölecektim, abartacak
bir şey yok.” Ve sonra ayağa kalkarak yüzümü onlara döndüm ve “Hepinize çok
teşekkür ederim. Özellikle de sana, Bera. Hayatımı kurtardınız. Kendinize iyi
bakın” diyip arkamı döndüm ve gittim. Hiç biri bir cevap bile veremedi. Ölümü
bu kadar kolay kabulleniyor oluşum onları etkilemişe benziyordu.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder